PAYLAŞ
Tevessül Hadislerinin Tahriçleri 2. Bölüm
PDF'e AktarYazdır

ÖNCEKİ BÖLÜMLERİ YAZARIN KÖŞESİNDE BULABİLİRSİNİZ

2. Hadîs

Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sağîr‘da (1/184) şöyle demiştir:

{ حدثنا طاهر بن عيسى بن قيرس المقري المصري التميمي حدثنا أصبغ بن الفرج حدثنا عبد الله بن وهب عن شعيب بن سعيد المكي عن روح بن القاسم عن أبي جعفر الخطمي المدني عن أبي أمامة ابن سهل ابن حنيف عن عمه عثمان بن حنيف :

أن رجلاً كان يختلف إلى عثمان بن عفان رضي الله عنه في حاجة له فكان عثمان لا يلتفت إليه ولا ينظر في حاجته فلقى عثمان بن حنيف فشكا ذلك إليه ، فقال له عثمان بن حنيف اءت الميضاة فتوضأ ثم ائت المسجد فصل فيه ركعتين ثم قل:

اللهم إني أسألك، وأتوجه إليك بنبينا محمد (ص) نبي الرحمة، يا محمد إني أتوجه بك إلى ربك (ربي) جل وعز فيقضي لي حاجتي ، وتذكر حاجتك. ورح إليّ حتى أروح معك. فانطلق الرجل فصنع ما قاله عثمان ثم أتى باب عثمان فجاء البواب حتى أخذ بيده فأدخله على عثمان بن عفان فأجلسه معه على الطنفسة وقال : حاجتك ؟ فذكر حاجته فقضاها له ثم قال له : ما ذكرت حاجتك حتى كانت هذه الساعة و قال ما كانت لك من حاجة فأتنا ، ثم إن الرجل خرج من عنده فلقى عثمان بن حنيف ، فقال له: جزاك الله خيراً ، ما كان ينظر في حاجتي ولا يلتفت إلى حتى كلمته في، فقال عثمان بن حنيف: والله ما كلمته ولكن شهدت رسول الله (ص) وأتاه ضرير فشكا إليه ذلك ذهاب بصره ، فقال له النبي (ص): (أفتبصر ؟)، فقال: يا رسول الله إنه لي قائد وقد شق علي، فقال له النبي ( ص ) ايت الميضأة فتوضأ ، ثم صل ركعتين ، ثم ادع بهذه الدعوات . قال عثمان ابن حنيف : (( فوالله ما تفرقنا وطال بنا الحديث حتى دخل علينا الرجل كأنه لم يكن به ضرر قط )). }

Bize Tâhir İbnu Îsâ İbni Kayres el-Mukrî el-Mısrî et-Temîmî tahdîs etti. (O), bize Asbeğ İbnu’l-Ferec rivâyet etti (dedi. O), bize Abdullah İbnu Vehb, Şuayb İbnu Saîd el-Mekkî‘den, (O), Ravh İbnu’l-Kâsim‘den, (O), Ebû Ca’fer el-Hatmî el-Medenî‘den, (O), Ebû Umâme İbnu Sehl İbni Huneyf‘den, (O da) amcası Osmân İbnu Huneyf (radıyellâhu anhu)’den (şöyle dediğini) rivâyet etti: 

“Bir adam, (Halîfeliği zamanında) Osman (radıyellâhu anhu)’a bir ihtiyâcı için gidip geliyordu. Osman (radıyellâhu anhu) ona iltifât etmiyor, hâcetine bakmıyordu. Adam, İbnu Huneyf ile karşılaştı ve bunu ona şikâ­yet etti.

Osman İbnu Huneyf (radıyellâhu anhu) de ona şöyle dedi;

Abdest yerine git; abdest al, sonra mescide gidip hemen iki rekat na­maz kıl; sonra da ‘Ey Allah’ım!.. Ben rahmet Nebîsi olan Nebîn Muham­med (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile Sana yöneliyorum ve Sen­den istiyo­rum. Ey Muhammed!.. Ben ihtiyâcımın görülmesi için Seninle Rabbime yöneliyorum’ şeklinde duâ et ve hâcetini söyle.

Adam gitti ve hemen ona dediğini yaptı. Sonra da Hz. Osman (radıyellâhu anhu)’ın kapısına geldi. Kapıcı geldi, elinden tuttu, O’nu Hz. Osman (radıyellâhu anhu)’nın yanına soktu, Onu yaygı üzerinde oturttu ve ona, ‘Hâcetin nedir?’ dedi. O da, hacetini söyledi. Hz. Osman (radıyellâhu anhu) da hâcetini yerine getirdi ve ‘Hâcetini şu âna kadar anlatmadın’ dedi. “Hangi hâcetin olursa bize gel” de dedi.

Sonra adam onun yanından çıktı ve Osmân İbnu Huneyf (radıyellâhu anhu) ile karşılaştı ve ona şöyle dedi:

Allah hayırlı mükâfatını versin. Ne hâcetimi görüyor ne de bana iltifât ediyordu. Nihâyet sen onunla benin hakkımda konuştun.

Bunun üzerine Osmân İbnu Huneyf (radıyellâhu anhu) şöyle dedi:

Vallâhi, ben onunla konuşmadım; fakat Resûlüllah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in yanına vardım, ona bir kör adam gelip körlüğünden şikâyet etti. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ona ‘Sabreder misin?’ buyurdu. Âmâ bunun üzerine, ‘Yâ Resûlellâh!.. Beni çekip götüre­cek adamım yok; körlük bana meşakkat verdi’ dedi. Bunun üzerine Nebî (sallallâhu aleyhi ve sellem) ona ‘Abdesthâneye gidip abdest al; sonra iki rekat kıl; sonra da bu duâlarla duâ et’ dedi.

Osman İbnu Huneyf (radıyellâhu anhu) (devamla) şöyle dedi:

Vallâhi ayrılmamıştık ve sözümüz uzamamıştı ki adam yanımıza geldi. Onda sanki hiçbir zarar keder yoktu.”

Bunu Ravh İbnu’l-Kasim‘den ancak Şebîb İbnu Saîd el-Mekkî rivayet etmiştir ki o sika (güvenilir) bir râvîdir. Ahmed (İbnu Ahmed) İbni Şebîb’in, onun da babasından, onun da Yûnus İbnu Yezîd el-Ubulî‘den rivayet ettiği kimse işte budur.

Bu hadîsi Şu’be de Ebû Ca’fer el-Hatmî‘den rivâyet etmiştir ki ismi Umeyr İbnu Yezîd olup sika bir kimsedir. Bununla Osman İbnu Ömer İbni Fâris Şu’beden rivâyet etmekte tek kalmıştır ve hadîs sahîhtir. (Taberânî‘nin sözü) son buldu.

Bunu bu yönden Taberânî, el-Kebîr‘de (9/17), ed-Duâ‘da (2/1288) ve Beyhakî de Delâilü’n-Nübüvve‘de (6/167-168) rivâyet etmişlerdir.

Ben derim ki: (Mahmud Saîd el-Memduh)

Hadîsi Taberânî’nin merfû’ ve mevkuf olarak sahih bulmasından sonra söylenecek söz yoktur.

İTİRAZ

Denirse ki:

Taberânî hadîsi sahih buldu; lâkin o, mevkuf kıssayı sahih bulmadı….

CEVAP

Şöyle cevap verilir:

Taberânî, Şebîb İbnu Saîd el-Habtî’nin sika olduğunu söylemiştir ki o, mevkuf rivayetin ravisidir. Hadîsin ravisininin sika olduğunu söylemek hadi­sini de sağlam bulmaktır. O halde iş kolay olup hiçbir açıklamaya muhtac değildir. Heysemî’nin Mecmau’z-Zevâid’de (2/179) hadîs hak­kında konuş­maması da bunu kuvvetlendirmekte ve îzâh etmektedir. Nite­kim ondan böyle (bir âdetinin olduğu) bilinmektedir. Ancak o, sadece Taberânî’nin sahîh hükmü vermesini nakletmekle yetindi. Öyleyse iyi düşün ey görmek isteyen!…

Bununla beraber bazıları bu mevkuf ziyadenin zayıf olduğuna ça­lıştı­lar ve idia ve zannedilen birtakım sebebler getirdiler ki onlar şunlardır:

1- Taberânî’nin şeyhi (Tâhir İbnu Îsâ) -iddialarına göre- mechûl bir râvîdir:

2- Şebîb ibnu Saîd el-Habtî kıssayı rivâyet etmekte tek kalmıştır ve yine iddialarına göre o, hıfzı zayıf bir ravidir.

3- Bu kıssadaki ihtilâfın onun (Şebîb‘in) üzerinde olması.

4- Hadîsde kısssayı zikretmeyen sikalara muhalefet etmesi…

Son üçünü Elbânî Tevessül’ünde (sh:88) zikretmiştir.

Bunlara dikkatle bakan, onları birçok defa bir müteannitten sudur etti­ğini ve yine, sahîh hadisleri bu zayıf delillerle zayıf göstermeye çalışma­nın, asılsız düşünceleri örümcek ağlarından daha zayıf[1] iddialarla yerleş­tirmeye çalışmak demek olduğunu görecektir. Böyle bir tehlikeli kapı açıla­cak olursa, eserin (sünnet’in) kapısı kesinlikle kapanır. Yardım iste­nen sadece Allah’tır.

İşte sana vehmedilen (var olduğu zayıf bir şekilde zannedilen) bu il­letlerin iptali…

İleri sürülen Birinci İllet, yani Taberani’nin şeyhi Tâhir İbnu Îsâ el-Mısrî‘nin mechul ravîlerden olduğuna dair iddia hakında şu aşağıda diye­ceklerimizi al:

1- Hadîsi Taberânî’nin şeyhinin tanınmayan bir ravi olmakla illetli gös­teren kimse hadis ilimlerini bilmekten son derece uzakta kalmış ve hadis ilmi kaidelerine ters davranmıştır. Çünki mevkuf kıssayı rivayet etmekte Şebîb tek kalmış, sonra da onu Şebîb’den üç kişi rivayet etmiş ve sözü ge­çen bu üç kişiden başka üç kişi, onlardan da başkaları rivayet et­mişlerdir. Dolayısıyla kıssayı rivayet etmekte Şebîb’den başkası teferrüd etmedi. O halde burada Taberânî’nin şeyhinin bir dahli yoktur. Öyleyse iyi düşün…

2- Taberânî hadîsin sahîh olduğunu söylemiştir. Onun bu hadise sa­hih­tir demesi, isnadının râvîlerini sika görmesi manasına gelir. O râvîlerden biri de şeyhi Tâhir İbnu Îsâ el-Misrî’dir ki Taberânî onu baş­kalarından daha iyi tanır. O halde “en-Nehcu’s-Sedîd Fî Tahrîci Ehâdîsi fethi’l-Mecîd” isimli kitabın sahibi Şeyh Fehd ed-Devserî’nin Taberânî’nin şeyhi hakkında söyle­diklerine (sh:93) aldanma.

İkinci İllet’e gelince…

O, bu kıssayı rivâyet etmekte tek kalan ravinin -ki O, Şebîb İbnu saîd el-Habtî‘dir- zayıf olmasıdır. Elbânî işte böyle iddia etmiştir. Halbuki ben ondan önce bu iddiayı ortaya atanı bulamadım.

Şebîb İbnu Saîd el-Habtî… Alî İbnu’l-Medînî, Muhammed İbnu Yahyâ ez-Zühlî, Dârekutnî, Tabe­rânî, İbnu Hibbân ve Hâkim onun sika olduğunu söylemişler, Ebû Zür’a, Ebû Hâtim ve Nesâî “Onda hiçbir beis yoktur” de­diler.

Bu, ravide, hadisinin sahîh olduğunu söylemek için aranacak ve kendi­siyle Buhârî ve Müslim‘de ihticac edilecek tevsikin (sağlam bulmanın) son noktasıdır.

Şâyet denilse ki:

İbnu Adiy‘in, el-Kâmil‘deki (4/1347) söylediği şu söze ne dersin?…

“Şebîb, ondan oğlu Ahmed İbnu şebîb, Yûnus’un Zührî‘den rivâyet et­tiği nüshayı rivâyet ettiği zaman -çünki bunlar müstakîm hadîslerdir- İbnu Vehb‘in ondan münker haberleri rivayet ettiği Şebîb İbnu Saîd de­ğildir. Belki de Mısır’da ticaret ederkenki Şebîb’den ezberinden hadîs ya­zıldı ve hata eder ve vehmeder. Ben Şebîb’in bu yalanı kasıtlı söylemedi­ğini umu­yorum.” [İbnu Adiyy‘in sözü bitti.]

Sadece Allah’tan yardım isteyerek derim ki:

Bu sözde üç şey vardır:

Birincisi: Ahmed İbnu Şebîb’in babasından yaptığı yani Yûnus’un Zührî’den ettiği rivâyetler müstekîm (sağlam) rivâyetlerdir.

İkincisi: Abdullah İbnu Vehb’in Şebîb’den Mısır’da yaptığı rivâyetlerin içinde yanlışlar ve yanılmalar vardır.

Üçüncüsü: Bu iki çeşitin dışındaki rivâyet ettiği hadîsleri sahîhdir. Çünki, Şebîb Mısır’da İbnu Vehb rivâyetinden olan hadislerinde vehmet­mekle suçlanmıştır.

Bu üçüncü çeşit rivâyetlerinin sahîh olması sağlam bir bakışın gerek­tirdiği bir hükümdür. Bunun dışında bir anlayışta dokuz hadis hafızının Şebib İbnu Saîd el-Habtî için “sikadır” demesinin hiç hesaba katılmaması vardır. O halde bu zat Mısır’daki ticâreti esnasında başına bazı haller gelen “sika” bir ravi olup işi başka birçok sika ravî gibidir.

Denilse ki: Alî İbnu’l-Medînî şöyle dedi: O sikadır. Ticaret için Mısır’a gider gelirdi. Kitâbı (yazdığı hadisler) sahîhdir. Onları oğlu Ahmed İbnu Şebîb’den yazdım.

Derim ki (Mahmud Saîd el-Memduh) : İbnu’l-Medînî’nin sözü adamın sika yazdığı hadîslerin de sahîh olduğunu göstermektedir. Söğmek ve haka­ret etmekten başkasını anlamayan biri[2] -ki Allah onu afvetsin- İbnu’l-Medînî’nin bu sözünün yazılı olmayan rivâyetinin sahîh olmadığını ortaya koyduğunu anladı.

Derim ki: İbnu’l-Medînî adamın sika olduğunu söyledi. O, ravînin ez­ber ve yazı bakımından zabt sahibi olduğunu kasdetmektedir. Sonra O, (sahihdir dediği) umum rivayetlerin ferdlerinden birisi hakkında açık bir ifade kullandı; o da yazdığı rivayetlerin sahih olduğudur. Sözünün mefhûm (-i muhâlif)i yoktur. Kendisine gıpta edilmeyecek bu anlayışı nere­den ge­tirdiğini açıklamasını isterdim. Söğmeye ve hakaret etmeye iltifat etmesi onu (sözü) anlamaktan mahrum etti.

Tenbîh: İbârelerdeki garip kafa karıştıma ve söz makaslamalardan biri de Elbânî‘nin -Allah bizi de onu da affetsin- Ali İbnu’l-Medînî’nin ibare­sinden Şebîb İbnu Saîd’in ezberinin zayıf olduğuna delil getirip Teves­sül’ünde (sh:86) şöyle demesidir:

Alî İbnu’l-Medînî şöyle dedi: “Ticaret için Mısır’a gider gelirdi….” Elbânî, İbnu’l-Medînî’nin sözünden başında söylediği en mühim kelimeyi kesmiştir ki o da “sikadır…” sözüdür.

İlmî emanet işte böyle olur(!) Allah’tır kendinden yardım istenen…

Elbânî, (ilimden, doğrudan ve haktan) uzaklaşıp kendinden önce hiç­bir kimsenin gitmediği garîb bir yola girdi ve Şebîb’i sika gören hafızların sözlerini ihmal etti, zikretmedi. Onu yolculuklarında vakı olan garîb rivâyetleri dışındaki hadîsleri kabûl edilecek sikaların taifesinden, hadîsleri ancak birtakım şartlarla kabûl edilecek zayıf râvîler taifesine naklettti. Ve Şebîb İbnu Saîd el-Habtî’nin hadîsinin kabûl edilmesi için iki şart ileri sürdü ve Tevessül’ünde (sh:87) şöyle dedi:

Birincisi: Oğlu Ahmed’in ondan yaptığı rivâyetlerden olması.

İkincisi: Şebîb’in Yûnus’dan yaptığı rivâyetlerden olması. [Elbânî’nin Sözü Bitti.]

Derim ki: Elbânî’yi bu gibi garîp hükümler vermeye düşüren, temel kaynaklara müracaat etmemesidir.[3] İbnu Adiyy’in Şebîb hakkındaki sözünü el-Mîzân’dan (2/262) nakletmiş ve asıl kaynaklara dönmeden ona itimad etmiştir. Elbânî’nin İbnu Adiyy’den naklettiği şu açık ifadesidir:

Şebîb, ezberinden rivayet edince belki de yanlış yapıyor ve yanılıyor idi; ben onun bunu kasten yapmadığını umuyorum. Oğlu Ahmed ondan Yûnus’un hadislerini rivâyet edince de sanki o başka bir Şebîb’dir; yani gü­zel yapıyor. El-Mîzân‘daki “Şebîb, ezberinden rivayet edince belki de yanlış ya­pı­yor ve yanılıyor idi” ibaresiyle el-Kâmil‘in (4/1347) “Belki de Mısır’daki Şebîb, oraya yaptığı ticâret seferlerinde İbnu Vehb ondan ezberinden yazdı ve bu yüzden hata eder ve yanılırdı” ibareleri arasında fark vardır.

Birincisi, galat ve vehm’in onun adeti ve ondan ayrılmayan bir sıfat olduğunu anlatmaktadır; ki bu, söz kaldıran bir ibaredir. İkincisi de el-Kâ­mil’deki ibâredir; ki, galat ve vehm’in İbnu Vehb Mısır’da ondan rivâyet ettiği zaman O’na âriz olduğunu ifade etmektedir. Bişrinci ibâre zayıf oldu­ğunu ifade ederken ikincisi bunu ifade etmiyor. İş açıktır.

Tenkidçi imamlar cerh ve ta’dîlin aktarılmasının ve ta’dîl edenle cerh edenin ibarelerinde tasarrufta bulunulmamasının vacib olduğunu açıkça ifade ettiler. Elbânî, Zehebî‘nin İbnu Adiyy’in ibâresindeki tasarrufunu ganîmet bildi ve asla dönmeyip ondan bu gördüğün (gülünecek ve ağlana­cak ib­retlik) şey (sözler) sadır oldu. Elhâsıl, Şebîb İbnu Saîd‘in hadîsinin Abdullah İbnu Vehb’in rivâyeti ile olmayanı sahîhtir. İbnu Adiyy’in sözünü nazar-ı itibara alırsak şüphe yoktur ki kelâmı söz kaldırır.

İşte bu yüzden Zehebî el-Muğnî‘de (1/195) “Sikadır; garib rivayetleri vardır” dedi. Ed-Dîvân‘da (sh:141), “Sikadır garîb rivâyetler getirir”, el-Kâşif‘de de (2/4) “Sadûktur” dedi.

FASL:

Denilse ki; Hâfız İbnu Receb (rahimehullahi teâlâ) onu (Şebîb’i) Şerhu İleli’t-Titmizî‘de (sh:418) “Kitabları sahîh olup ezberlerinde biraz bir şey (zayıflık) bulunan sikalar topluluğu” içinde zikretti.

Bunun cevâbı şudur: Bu, ezberlerinden rivâyet ettikleri zaman hadîslerinin zayıf olduğunu ifade etmez; ancak yazıdan rivâyet ettikleri hadislerinin sahîh, ezberlerinden rivâyet ettikleri hadislerinin de onlardan daha aşağıda olduğunu bildirir.

Çünkü onlar sika olan raviler topluluğudur; imamlardan birçokları on­ların sika olduğunu söylemişlerdir. Bunun delili, “Ezberlerinde de biraz bir şey vardır” özüdür. Bu ibare “Galat onlardan ayrılmayan bir şeydir; onlar ezberi zayıf olan ravilerdir” manasını ifade etmez. Aksine, doğru olan bunun tersidir.

İbnu Receb bu sınıfta, Abdulaziz İbnu Muhammed ed-Derâverdî, Hemmâm el-Basrî, Abdurrezzak es-San’ânî, Ebû Dâvûd et-Tayâlisî, İbrâhîm İbnu Sa’d ez-Zührî ve başkaları gibi ileri gelen meşhûr sikalardan bir gurubu zikretti. Oysa muhaddislerin tamamının katındaki amel bunla­rın -kitablarından da ezberlerinden de rivâyet etseler- hadîslerini kabul etmek­tir. Üstelik üzerlerinde ittifak edilmelerine rağmen bunların hak­kında söylenen ibâreler Şebîb hakkındaki ibarelerden daha şiddetlidir. Sen bu imamların ezberlerinden rivâyet ettikleri hadisleri hakkında tevakkuf eder­sen (duraksarsan), delilikle itham edilirsin; o halde iyi düşün.

FASL:

Burada İki Husus Üzerinde Söz Söylemek Gereği Kaldı:

Birincisi Husûs: Hâfız, et-Takrîb‘de (263) Şebîb’in tercümesinde şöyle dedi:

İbnu Vehb’in rivâyetlerinden değil de oğlu Ahmed’in ondan yaptığı rivâyetlerden olan hadîslerinde hiçbir beis yoktur. Hâfız’ın bu sözü[4] geçen kıssanın sahih olduğunu ifade etmektedir. Elbânî buna da razı olmadı ve hemen ardından Tevessül’ündeki (sh:87) şu sözüyle ona itiraz etti:

“Öyle değil, aksine bu, Yûnus‘tan yaptığı rivâyetlerle sınırlıdır; bu de­diğimi Hâfız’ın kendisinin bu kayda işaret etmesi de teyid etmektedir. Zîrâ O (Hâfız İbnu Hacer), bu Şebîb’i Fethu’l-Bârî Mukaddimesinde (sh:133) Hak­kında ta’n bulunan Buhârî ravileri içinde getirdi; bu ta’nı ondan, onu tevsik edenleri ve İbnu Adiyy’in onun hakkındaki sözünü zikrettikten sonra da şu sözüyle defetti:

‘(Ben İbnu Hacer) derim ki: Buhârî (Şebib’in) oğlunun rivâyetinden Yûnus’tan birtakım hadîsler rivâyet etti; Yûnus’un rivâyeti dışındaki rivâyetlerinden de İbnu Vehb’in ondan yaptığı rivâyetlerden de hiçbir şey rivâyet etmedi.’ İbnu Hacer -Allah ona rahmet eylesin- bu sözle Şebîb hak­kındaki ta’nın, rivâyeti Yûnus’tan başkasından olması halinde -bu oğlu Ahmedin ondan yaptığı rivâyet bile olsa- mevcud olduğuna işaret etmiştir.” [Elbânî’nin sözü bitti.]

Derim ki (Mahmud Saîd el-Memduh) :

Hâfız’ın işâret ettiği şudur: Buhârî onun en sahîh hadîsini rivâyet et­miştir. Bu şunun için böyledir: Buhârî, Zührî’nin hadîsini el-Câmiu’s-Sahîh‘inde rivâyet etmek istediği zaman, onu Zührî’nin ashabının birinci tabakasından rivâyet etmek ister. Nitekim Hâfız Hâzimî bunu “Şurûtu’l-Eimme“de etraflıca açıkladı.

Yûnus bu tabakadan olunca, Şebîb’in yanında da Yûnus İbnu Yezîd‘in Zührîden rivayet ettiği nüsha bulununca ve onu ondan Ahmed İbnu Şebîb işitince, bu nüsha bu yoldan sahîhlikte zirve en üst seviye haline geldi ve Buhârî bunları Sahîh’inde rivâyet etti. O halde Ahmed(İbnu Şebîb)’in baba­sından, onun Yûnus’tan, onun da Zührî’den yaptığı rivâyet Buhârî’nin şar­tındandır. Şu halde Buhârî’nin Şebîb’in bu yoldan olmayan hadîsi rivâyet etmemesi, Sahîh’te rivâyet edilmeyenlerin zayıf olduğu manasında değil, aksine sadece Buhârî’nin şartına göre olmadığı demektir. Çünki Buhârî, sahîhlerin tamamını rivâyet etmediği gibi bunu iddia da etmedi.. Sahîh’inin dışıda da birtakım hadîslerin sahîh olduğuna hük­metti. (Nitekim Tirmizî’de ve İlel-i Tirmizî‘de bunun nice misâli vardır. Mütercim)

Bunun Buhâri’nin şartına göre olmaması, onun Buhârî’nin kendisine göre hüccet getirilmeye elverişli olmaması lâzim gelmez. Aksine bazen ona göre de hüccet getirilmeye elverişli olur ve bu sihhat şartlarının en üstünü olan Sahîh’inin şartına göre olmaz. Nitekim bunu Hâfız el-Feth‘de (2/205) açıkça ifade etti.

Hâfız, Fethu’l-Bârî mukaddimesinde, tercümeyi (râvîyi tanıtmayı), çoğu zaman, hakkında konuşulan râvîlerden Buhârî‘nin nasıl rivâyet etti­ğinin açıklamasıyla bitirir. Bu şunun içindir: Adamın rivâyet ettiği hadîs, şayet hâfız râvînin hadîsine uymayacak bir şekilde gelirse, onda tafsıl olur. Bu, tutunulması ve anlaşılması gereken bir şeydir. Aksi takdirde hâfız imamlardan dokuz tanesinin Şebîb hakkındaki sikadır demesini boşa çıkar­mış oluruz. Elbânî’den evvel, Şebîb’in hadîsini bu iki şartı koşarak reddeden kimseyi görmedim.

İbnu Teymiyye, “Kaide fî’t-Tevessül” (sh:102) isimli kitabında “Bu Şebîb sadûktur, Buhârî, hadîsini rivâyet etmiştir” sözünden fazlasını ilave etmedi. Bu Elbânî ve onunla beraber yürüyenlere cevap veren güzel bir sözdür. Ancak şu kadar var ki o, bu hadîsi illetli göstermek için başka bir yola girdi; o da şu ikinci husustur:

İkinci Husûs:

Bu, kısaca şudur: Bu hadîsi Şebîb Ravh İbnu’l-Kâsim‘den rivâyet et­mek­tedir. İbnu Adiyy, Kâmil’inde Şebîb’in Ravh İbnu’l-Kâsim‘den rivâyet ettiği iki hadîsi zikretmiş ve bunları inkâr etmiş, ondan kabûl etmemiştir. Şebîb eğer bu iki hadîste yanlış yaptıysa bu hadîste de yanlış yapması mümkündir. “Kaide fi’t-Tevessül“üne bak (104-105)

Ben Allah’ın yardımıyla derim ki:

Bu iki hadîs İbnu Vehb’in Şebîb’den, onun da Ravh İbnu’l-Kâsim’den yaptığı rivâyetler cümlesindendir. Yukarıda geçmişti ki, Şebîb Mısır’da ticâret ederken İbnu Vehb ondan kendisine inkâr edilen bazi rivâyetler yaptı. İbnu Adiyy, bu iki hadîsi, onlarla davasına delîl getirmek için el-Kâ­mil’inde getirdi. Burada bunun Şebîb’in Ravh İbnu’l-Kâsim’den yaptığı rivâyetle alakası yoktur. Söz, Şebîb’in kendisine rivâyet etmiş olduğu kimse (İbnu Vehb) üzerindedir; Ravh olsun, başkası olsun kendisinden rivayet et­tiği kimse hakkında değildir.

2-İbnu Adiyy’in bu iki hadîsi davasının doğruluğuna delil getirmesi kabûl edilmez.

İşte sana iki hadîs:

Birinci Hadîs:

Şebîb İbnu Saîd, Ravh İbnu’l-Kâsim‘den, (O) Ebû Akîl‘den, (O) Sâbik İbnu Nâciye‘den, (O da) Ebû Selâm‘dan şöyle dediğini rivâyet etti:

Bize bir adam uğradı ve bu adam Nebi (sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem)’e hizmet etti dediler.

(Ebû Selâm şöyle) dedi: Ben de O’na kalktım ve Resûlüllah (sallellahu aleyhi ve sellem)’tan se­ninle onun arasında insanların bulunmadığı (vasıta­sız aldığı) bir sözü söyle dedim.

O da, “O’nu şöyle derken işittim” dedi:

“Kim sabah ve akşam, ‘Ben Allah’a Rabb, İslâm’a dîn, Muhammed’e nebî olarak razı oldum’ derse, Allah’a, onu kıyamet gününde razı etmesi hak (muhakkak) olur.”

Bu hadîste olan şeyin (tartışmanın) hulasası şudur: Bazıları onu, Ebû Akîl’den, (O), Sâbık İbnu Nâciye’den, (O), Ebû Selâm’dan, (O da) Resûlüllah (sallellahu aleyhi ve sellem)’tan merfû’ olarak rivâyet ettiler. Onlar da Şu’be, Hüşeym ve Ravh İbnu’l-Kâsim’dir. Ebû Selâm burada hadîsi merfû’ olarak rivâyet edenden rivâyet etti. Onlara Mis’ar muhalefet etti hadîsi Ebû Akîl’den, (O), Sâbik’den, (O da), Ebû Selâm’dan merfû’ olarak rivayet etti. Burada hadîsi merfû’ olarak rivâyete den Ebû Selâm’­dır.

Doğru olan Şu’be‘nin ve cemaatin kavlidir. Hâfızların, Mizzî‘nin, Alâî‘nin “Câmiu’t-Tahsîl“de, İbnu Hacer’in “el-İsâbe“de (3/93) ve el-Bûsîrî‘nin “Misbâhu’z-Zücâce“de (4/150) sahih bulduğu işte budur.

 


[1] Buradaki Kur’ân’dan alınan örümcek ağı teşbîhi zayıflıktaki benzetmenin aşılıp ondan ileri gidilmesi, bazı âlimlere göre mekrûh görülmüştür. İmâm Süyûtî’nin el-İtkân’ının ‘Hamele-i Kur’ân’ın Âdabı’ bahsinin sonlarına bakılabilir.

[2] O, Keşfu’l-Mütevârî isimli kitabın sahibidir (sh:40)

[3] Râvîler hakkındaki sözlerinden birçoğunu araştırdım ve onun çoğu zaman temel kay­nak­lara dönmediğini ricâl hakkında yazılan kısa bir kitabla yetindiğini gördüm. “Vusûlü’t-Tehânî bi İsbâti Sünniyyeti’s-Sibhati ve’r-Redd Ale’l-Elbânî” isimli kitabımın birinci baskısında ve Hâfız Alâî rahimehullahi teâlâ’ın “En-Nakdü’s-sahîh…” isimli eserinin mukaddimesinde buna tenbîhte bulundum. (M. Saîd Memdûh)

Biz muhterem Mahmûd Saîd efendinin bu görüşüne katılmıyoruz. O, temel kaynaklara müracaat etmiyor değil, aksine bid’ati neyi gerektiriyorsa onu yapıyor. Bu bazen temel kaynaklara müracaat etmekle bazen de muhtasar kitablarla yetinmekle oluyor. Bu dediğimizin en bariz delillerinden biri de En temel kaynaklardan biri de İbnu adiyy’dir. O, bidatini tervic etmek için ve işine yarayacağı düşüncesiyle bu kaynağa baş vuruyor; lâkin işine yaradığını düşündüğü kadarıyla yetinip son derece -hüsn-i zann sahibi olan güzel insan muhterem M. Saîd Memdûh’un da dediği gibi- nakil yaptığı ibareden en mühim kelime olan “sikadır” sözünü hazfediyor. (Mütercim.)

[4] Ki bu sözde hadisinin kabulünü oğlu Ahmed’in rivayetleriyle sınırlı tutması sebebiyle teşeddüt vardır.

PDF'e AktarYazdır

BİR CEVAP BIRAK

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen buraya isminizi yazın